Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Ömer Asım Aksoy Konferans Salonu’nda, Üniversitemiz Edebiyat ve Kitap Kulübü tarafından, İstiklal Marşı’nın kabulünün 88. yıl dönümü nedeniyle; “İstiklal Marşı’nın Yazım Aşamaları ve Kabulü”, “Mehmet Akif’in Hayatı, Şahsiyeti, Şiiri”, “Akif’in şiirinde Muhteva” ve “Safahat’ın Felsefesi” konularının ele alındığı panel düzenlendi.
Panelde, “İstiklal Marşı’nın Yazım Aşamaları ve Kabulü” konusunda konuşan Betül Hastaoğlu, “1 Mart 1921 (1337)’de meclisin ikinci toplantı döneminde tüm mebusların hazır ve dinleyiciler locaları doldurmuştur. Mustafa Kemal başbakanlık kürsüsünde oturmaktadır. Açış konuşmasıyla oturumu başlatır. Mütarekeden sonraki vahim vaziyeti anlattıktan sonra İsmet Paşa kürsüye çıkar. İnönü Zaferi’nden dolayı hararetle tebrik edilir. İsmet Paşa cephelerden hayırlı haberler getirdiğini söyleyerek başlayan konuşmasından sonra birkaç milletvekili daha konuşur ve nihayet Hasan Bahri Bey’le, Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in İstiklâl Marşı’yla ilgili olarak verdikleri karara geçiler. Hamdullah Suphi Bey müsabaka ile ilgili kısa bir açıklama yaptıktan sonra seçilen yedi şiir arasından istediği bir tanesini okur. Bu şiir, Akif’in şiiridir. Hamdullah Suphi, Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı’nı kürsüden ahenkli sesiyle ve büyük bir heyecanla okur. Mecliste her kıta okundukça şiddetli alkışlar kopmaktadır” diyerek, “O gün meclis bir alkış tufanına boğulmuştu. Fakat İstiklâl Marşı’nın resmen kabulü, 12 Mart 1921 (1337) tarihinde yapılan oturumda gerçekleşti” diye konuştu.
Mehmet Akif Ersoy’un hem fikir, hem de cemiyet adamı olduğunu söyleyen Sakine Tatlıbadem, “Akif, müthiş bir karakter ve inanç sahibiydi. Gelişigüzel hadiselerin arkasından sürüklenmezdi. Sadece bir köşeye çekilip düşündüklerini ve duyduklarını yazmakla kalan bir şair de değildi. Aynı zamanda doğru bildiği şeyleri yapmaya çalışan, hareketlerini, samimi duygularına uygun düşürmeye uğraşan, bir cemiyet adamıydı” şeklinde konuştu.
Ersoy’un çok azimli bir insan olduğunu söylen Tatlıbadem, “Bir kere bir şeye azmetti mi, artık onu yapmak mesele değildi. Vefakârlığı müstesna derecedeydi. O, yalnız insanlarına karşı değil, Allah’ına, Peygamber’ine, milletine, vatanına karşı da vefakârdı. Çok mütevazıydı. Gösterişi hiç sevmezdi. Çok büyük izzet-i nefis sahibiydi. Bütün hayatında bir defa olsun bir kimseye karşı en ufak bir zillet göstermemişti. Şeref ve haysiyetine bütün hayatı boyunca hiçbir toz kondurmamıştı” dedi.
Mehmet Akif Erson’un devrin sosyal ve kültürel olayları içinde aktif olduğunu söyleyen Suat Hayri Sezer, “İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra şairin, sosyal, kültürel ve edebi hayatının daha kuvvetli ve canlı olduğu ve giderek ivme kazandığı görülür. Bunda esas görevi olan baytarlığın yanında 4 Eylül 1906’da Halkalı Ziraat Mektebi kitabet muallimliği vazifesinin payının bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Böylece Akif pek seveceği hocalık mesleğine geçmiş, kendisinin felsefesini, fikirlerini anlatabileceği bir mecra içinde yer almıştır. Bunun yanında Ebulula Mardin ile Eşref Edip’in 14 Ağustos 1908’de ilk sayılarını çıkardığı Sırat-ı Müstakim dergisinin başmuharriri olarak görev yapmaya başlamıştır” diye konuştu.
Panelde, “Akif’in şiirinde Muhteva” konusunda konuşan Şükran Atalay, İlk şiirler tabiriyle, Mehmet Akif’in 1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra Sırat-ı Müstakim’de yayımlamaya başladığını ve daha sonra “Safahat” genel başlığıyla yedi kitap halinde neşrettiği kitaplara girmeyen, gençliğinde yazdığı, kimi çeşitli dergilerde kimi de parça parça çeşitli kaynaklarda bulunan şiirleri bulunduğunu söyledi.
Atalay, “Mehmet Akif ciddi olarak şiirle uğraşmaya başladığında sınırlı bir çevrede de olsa tanınmaya başlamıştır. Bu yıllarda yazmış olduğunu tahmin ettiğimiz bazı gazelleri ve bir Terkib-i Bendi bulunmaktadır” dedi.